Türklere bir uyarıcı gelmiş midir? Bu soruya bugüne kadar çeşitli varsayımlarla cevaplanmaya çalışılmıştır. Ancak ilk kez bir olası gerçeklikten yola çıkarak bu soruya Atam Oğuz kitabı yanıt veriyor.
Kitaptan kısa bir alıntı ile konuya farklı bir boyut kazandıralım:
"Alageyik tam karşısındaydı. Duru bir nehirden suyunu yudumluyordu. Nehirdeki bu durağanlığı hayra yormadı. Yine de vakit kaybedecek zamanı yoktu. Her an menzilinde çıkabilirdi. Sadağından çektiği siyah temrenli okunu yayına yerleştirdi. Rüzgarı da hesaba katarak yayını gerdi…
Bir an beyaz bir sureti araladı gözünü. O da neydi!
Bir kurt… Tanıdık bir ses… Bu Gökbörü idi. Nehrin yanı başındaki ala geyiğe doğru hareketlendi. Ancak alageyik hiç aldırış etmiyor, nehrin durgun ve ışığı nüfuz etmiş berrak suyundan yudumluyordu. Sonra nasıl oldu kurdu fark etti. Başını kaldırdı, sakince. Hayret yerinden kımıldamadı bile, sadece gök börü ile göz göze geldiler. Böylesine can atak bir hayvan uysal bir koyun gibi bekleşiyordu. İnanılacak gibi değildi. Alageyik hiç oralı bile değildi, tekrar suyunu yudumlamaya koyuldu.
Bağatur eli sadağında öylece kalakalmıştı. Etrafta çıt yoktu. Kendi soluk alıp verişlerini duyuyordu. Oku ve yayını her ani harekete duyarlı bir şekilde gezleyerek, ona doğru yöneldi.
Gökbörü ile kadim bir soluğun vuslatını hissediyor gibiydi. Ondan bir tehlike gelmesinden endişe etmeni yersiz olduğunu düşünerek yayını indirdi ve ona doğru yaklaştı.
Gökbörü’ye yaklaştıkça bir ışık huzmesi dalga dalga yayılıyor, semayı kaplıyordu. Önceleri yüreğinde bir korku belirdi. Sonra gaipten bir ses duyar gibi oldu. Bu sese aşinaydı kulakları, daha önce de duymuştu, hatırladı. İşbara Tarkan ile cenk ederken bu ses ona yardım etmişti. Işık üzerine gelmeye devam ediyordu hala. Sesleniyor, nefesi ciğerlerinden sökün edebilse dahi boğazına kadar geliyor ama dışarı çıkmıyordu umarsız. Ötelemek, uzaklaşmak istedi nafile, ışık dört bir yanı sarmıştı. Bir elini kamaşan gözlerine siper ederken bir yandan yaklaşan gizemi seçmeye çalışıyordu. Tam da bu anda ışık kümesinden yükselen ses, altı yönden bütün benliğine dolmaya başlayacaktı, devasa koyaklardan yankılana yankılana.
Ey Ademoğlu
Ey Nuh oğlu
Ey Yafes’in Torunu
Türk’ün Oğlu Oğuz Bağatur!
Sana Tek olan Tanrı’nın vaat ettiği Kut ile geldim!
Bir ses derinden yankılanıyordu, yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Öylesine ağırlaşmıştı ki aniden, kemiklerinin tek tek etinden sıyrılacağını hissediyordu. Koca Altındağ’ın altında kalmış gibi, sarsıldıkça göğüs kafesinden yükselen çıtırtıları duyuyordu. Alnından aşağıya dökülen terler boynuna bile varmadan billurlaşıp havaya karışıyordu. Tepeden ayaklarına doğru yayılan sıcaklık yüzünden boğazının yırtılacağını, dudaklarının çatlayacağını hissediyordu. Elleri ve ayakları da uyuştuğundan yerde külçe gibi kalakaldı."
Erdenay'ın (Cebrail) kendine görünmesiyle başlayan hidayet süreci atası Kara Han'ın karşı çıkmasıyla baba ve oğulları karşı karşıya getirdi. Ve bu amansız mücadelede galip gelen taraf Oğuz Kağan oldu. Ve durdurak bilmeksizin Orta Asya'dan Çin'e oradan Maçine kadar tüm acuna Gök Tengri inancını, töreyi yaymak için mücadele etti.
Olağanüstülüklerle ve inanılmayacak kadar gerçeklerle dolu bu serüven okuyucularını beklemekte!
Atam Oğuz Gök Tanrı'nın Elçisi
Kitabı İncelemek İçin;