Katliam, terör ve savaşların bugünkü haline bakıp “dünya nasıl bu hale geldi?” diyenler biraz çevrelerine, etraflarındaki hayatlara, insanların, gazetecilerin, liderlerin ve en önemlisi siyasetçilerin üsluplarına bakmalılar. Karşılıklı olarak yitirilmiş saygı, ittifak ruhu, anlayış ve fedakarlık çok fazla şeye mal olmuş gibi gözüküyor. En büyük tahribat ise dünyanın sevgiyi yitirmesi.
Bu konuya siyaset açısından bakalım. Ülkeler arası karşılıklı anlaşmazlıkların sebeplerini araştıranlar, genellikle radikal fikir ve eylemleri suçlu bulurlar, ki bu oldukça doğrudur. Dini radikaller, ırkçı radikaller, felsefi radikaller, ateist radikaller, komünist radikaller ve daha pek çokları, hepsi ayrı ideolojileri temsil ederler ve radikalleştikleri için karşı tarafın fikrine tahammülsüz topluluklar tarafından temsil edilirler. Bu radikalleşmenin önüne geçilememesinin en önemli sebeplerinden biri ise siyaset dilinin insan fıtratına aykırı bir öfke ve ikiyüzlülük içinde olmasıdır. Siyaset içinde yoğun bir kabadayılık ruhu hakim olmuştur. Siyasiler birbirlerine rahatlıkla uygunsuz üsluplarla hitap edebilmekte, iç politikada birbiriyle uzlaşamayan liderler ülkelerin idaresi ve geleceği için istikrarsız bir ortamı rahatlıkla oluşturabilmektedirler. Her kesimin barış içinde temsil edilebileceği karma hükümetler oluşturulamamakta, taraflar bir türlü bir araya gelememekte, öfke dili uzlaşma imkanını ortadan kaldırmaktadır. İstikrarsız hükümetler sürekli sorun yaratmakta ve liderler anlaşmazlık içinde olunca halk da kutuplaşır hale gelmektedir.
Dış politika bu şahin üslubun kimi zaman ürkütücü boyutlarda yaşandığı bir ortamdır. Hiçbir ülke bir diğerinin hatasına tahammül edememekte, arada sevgiye dayalı bir bağlılık olmadığı için küçük bir sınır veya toprak ihlali korkunç anlaşmazlıkların ve savaşların başlangıcı haline gelmektedir. Basit bir hata veya ihmal, karşı tarafın “dikkatli ol, askerim, hava gücüm ve donanmam var!” uyarılarıyla karşılık görmektedir. Aynı öfkeli üsluba o ülkenin halkları da katılmakta, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan ucuz kahramanlıklar ülkeleri çatışmaya sokan bir öfke seline sebep olmaktadır.
“Müttefik” ülkeler, sahip oldukları güç ve stratejik dengelerin etkisiyle, birbirlerine belki rahatça tehditler savuramazlar; fakat yine de müttefik olmak bu ülkeler arasında sevginin oluşturulduğu anlamına gelmemektedir. İkiyüzlü politik üslup, aslında herkesin bildiği fakat uygulamada mecbur olduğunu düşündüğü bir samimiyetsizlik modelidir. Eski büyükelçi ve günümüzde bir Türk siyasetçi olan Onur Öymen, bu ikiyüzlülüğü şu sözlerle tarif etmiştir:
Örneğin bir müzakereden sonra yapılan açıklamada, “Çok açık ve samimi bir görüşme oldu,” denilmişse, bu genelde ciddi görüş ayrılıklarının bulunduğunu gösterir. “Zamanı geldiğinde bu konuda gerekli tedbirler alınacaktır,” demek, genelde o meselenin çok uzun zaman alacağı, belki de hiç çözülemeyeceği anlamına gelir. “Sözlerinizi dikkatle dinledim,” demek genelde “düşüncelerinizi paylaşmıyorum,” şeklinde anlaşılır. “Görüşlerinizi çok ilginç buldum,” denilmişse bu çoğu zaman, “Bundan daha saçma bir fikir duymadım,” anlamına gelir. “Önerilerinizi üst makamlara bildireceğim,” demek “bu konuda sizinle aynı fikirde değiliz,” ifadesinin kibarcasıdır. “Kendi tezlerinizde ısrar etmek yerine bizim görüşlerimizi kabul etmek, sizin çıkarlarınıza daha uygundur,” denilmişse, bazı hallerde bu, “eğer dediklerimizi yapmazsanız biz de sizin çıkarlarınıza zarar veririz,” şeklinde anlaşılmalıdır.
Kameralar önünde gülen, el sıkışan liderler, aslında karşı tarafın kendisine hangi tehditkar mesajı verdiğini çok iyi anlamıştır. Bu ikiyüzlü ortamda, gerçekte kavga devam etmekte, kimse birbirine güvenmemektedir. Milyonlarca insanın terörist haline gelmesinin en temel sebebi bu sevgisizlik ortamı değil midir? Siyasetin soğuk, karanlık, alabildiğine bencil ve acımasız yapısı; vefa ve sadakatten uzak uygulamaları, buz gibi bürokrat üslubu, yeryüzü üzerinde bir kurt kapanının var olduğunu bütün dünyaya göstermiştir. Bu samimiyetsiz ortamda ülkeler de, ülke halkları da kendilerini yalnız hissetmektedirler. Böylesine izole edilmiş ve sevgisiz kalmış toplumlar, ne acıdır ki, nefrete daima açık olmaktadırlar.
Dünya buna bir dereceye kadar tahammül eder. Diğer her şeyde olduğu gibi siyasette de radikalleşme çöküşü daima hızlandırır. Çünkü dünyaya hakim hale gelmiş bu sevgisizlik ve samimiyetsizlik, insanların yaratılış fıtratlarına aykırıdır. İnsanda şiddete ve sevgisizliğe karşı kendini savunma içgüdüsü vardır; o da kaçınılmaz olarak şiddeti artırmaktadır. Ruhun çöküşü –Allah korusun- daha büyük felaketlerin kapısını açabilir.
Dünyaya başka bir ruh hali gerekmektedir. İnsan da, dünya da sevgi için yaratılmıştır. Bunu unuttukça insan bedeni ve ruhu buna isyankar olmaya devam edecektir. Oysa insanı halim, barışçı, mutlu hale getirecek tek sır sevgidir. Siyaset, sevginin emrinde olmalıdır. Sevgi üzerine bina edilmelidir. Siyaset, sevgiye hizmet etmelidir; sadece ve sadece sevgiyi elde etmek için bir araç olmalıdır.
Sevgi; ruhun, kalbin, bedenin, hücrelerin, zihnin, beynin anladığı ve uyum gösterdiği olağanüstü bir sırdır. Kalbimiz sevgiyle rahat eder; nefrette boğuluruz, yapamayız. İşte bunun için, affetmeyi, bağışlamayı, kucaklamayı dünyaya öğretmek zorundayız. Sorunlara çözüm bulmak için silahlandırmak yerine bilgilendirmenin daha doğru ve gerçek yol olduğunu göstermek zorundayız. Herkes silahtan ve nefretten bahsederken, biz sevginin önemini anlatan ve bu nedenle de daima öne çıkan liderler olmalıyız.
Şu bir gerçek ki, sevgi herkesle ve her şeyle barışıktır. Sevgide herkes iyilikten yanadır, fedakardır. Çıkarlar, menfaatler ve egoistliklerin sevgide yeri yoktur. Sevgide, gülen yüzler ardına saklanan ikiyüzlü nefret insanları var olmaz. Sevgi büyük bir güçtür. Siyaset, ekonomi, istikrar kolaydır sevgide. Dinin esasıdır sevgi; gaddarlığı ve nefreti din olarak görenlere en iyi cevaptır. Şu unutulmamalıdır: “Benim çabamdan ne olur?” demek doğru değil. Savunucusu az da olsa, sevgi mutlaka güçlü ve galiptir.