ahmeyt05Türkler sadece Müslüman mı? Başka dine mensup Türk yok mu? Milletle din birbiriyle bağımsızdır. Osmanlı'da Fransız Devrimi'nin yankılarından önce Türk'e sorduğunuzda "Elhamdülillah Müslümanım" dermiş. Jön Türkler'den sonra aydın kesim "Osmanlıyım" demeye başlamış. (Fransız Devrimi'nin milliyetçi görüşünün imparatorluk zihniyetine uygulanmış şekli). Arda arda yenilgiler, toprak kayıplarıyla çoğunluk Türk olan topraklara kadar sınırlarımız daraldığında(Misak-ı Milli sınırları) artık Türkler "Ben Türküm" demeye başlamıştır. Türklüğün dini yoktur.Din, imparatorluklarda farklı milletleri aynı şemsiye altında toplamak için kullanılan bir araç olmuştur fakat Fransız Devrimi'yle yükselişe geçen Ulusçuluk akımıyla artık daha fazla etkisinin kalmadığı, işe yaramadığı Arapların 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya ihanetleriyle açıkça görülmüştür.
Türklerin tarihi 700 yılla kalmaz. Türkler 3000 yıldan daha eski bir millettir. Herkes milletine, devletine ve atalarına saygılı olsun lütfen. Osmanlı zamanında tarih olarak Osmanlı'dan başka bir şey anlatılmaz, bilinmezmiş. Eski Türk Tarihi, Cumhuriyet Döneminde Türk Tarih Kurumu'nun kurulmasıyla araştırılmaya başlanmıştır.
eltahirBu metni bir yerden mi aldınız yoksa kendiniz mi yazdınız? Her iki durumda da öncelikle yazılan somut bilgilerin doğruluğunu araştırmanızı tavsiye ederim. Somut bilgiler üzerinden yapılan yorum da kendiliğinden değişecektir. Tarih çok yönlü, çapraz okuma gerektiren, yer yer neyin doğru, neyin yorum, neyin fanatizm olduğunun karışabildiği bir alandır, özellikle bizim ülkemizde.Metin alıntı değil. Somut bilgilerde itiraz ettiğiniz yerleri belirtebilirsiniz. Ona göre cevap vereyim. Sonuçta ben tarihçi değilim. Okuduğum birkaç kitap var konu hakkında sadece, bir de şimdiye kadarki birikimim. Ben fanatik, ırkçı, kafatasçı değilim. Yanlış anlaşılmasın. Yalnız o konuda yapılan yanlış yorumlara biraz kızmıştım. Ayrıca loganwolverine arkadaşa da haksız yere yüklenildi. O aslında eminim ki Türklüğe söz söyleyecek bir arkadaş değil. Sadece bugünkü durumdan yakınıyordu fakat yanlış anlaşıldı bence.Ekleme: Yanlış anlaşılmasın ve konu yine dağılmasın lütfen. O yüzden kendim herhangi bir yorum yapmadım. Sadece yanlış bilgiler var diyorum.
Konu dağılmasın diye bu bölümde yeni bir konu açtım. Aslında katılmadığınız bir bölümü tahmin ediyorum. Ben 3000 yıldan eski bir millet derken Türklerin genetik atalarına kadar uzandım ama asıl Türklerin tarih sahnesine çıkışları Hun Devleti'yle M.Ö. 220'de olmuştur bilgilerim dahilinde. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin. Öğreneceğim bir şey varsa sizden, benim için bir zevktir.
Son Düzenleme: Ahmet Ertuğrul ~ 12 Nisan 2009 16:48
eltahir yanlış bilgiler var diyorsan o zaman konuya gerekli düzeltmeyi yazmalısın hem bu şekilde insanların aklındaki bazı yanlışlarıda düzeltmiş olursun.
şu bir gerçekki Türkler her zaman tek tanrılı bir dine inanmıştır kökenimizde ne taşa ne de toprağa tapmak var İslam la şereflenmemiz ise Abbasilerin halifeliği döneminde olmuştur ama ondan öncde göktanrıya iman vardı ki bu İslam inancına bir hazırlanış olarak algılanabilir ama dünyada öz türk olupta hristiyan olanlrda vardır gagavuz türkleri gibi ana şu bir gerçekki mısır a da gittiğimde gördüm islam dinine türklerden başka samimiyetle sahip çıkan yoktur mısırdaki camiler çöplük gibi bide bizimkilere bakın hergün temizlik yapılıyor....
Burda sadece senin yorumuna müsadenle bir düzeltme yapmak isterim;
Türk milletinin kökeni şurdan gelir;
Nuh a.s'ın tufandan sağ çıkan ve ona iman eden üç oğlundan biri Yafez'dir,
Yafez'in oğlu ise Türk'tür,
evet Türk Nuh a.s'ın öz torunu olup Türk milletinin atasıdır Türk milleti onun soyundan gelir ve onun ismiyle anılır,
Tarihi kaynaklara göre yaklaşık olarak 5500 yıl önce yaşadığı biliniyor,
Tabi konunun ilk kısmına vakıf olmadığımdan diğer kısmına yorum yapamıyorum.
Şimdi gördüm konuyu. Cevap yazacağım. Hani doktora tezlik de bir konu. Bakalım kısa ve öz olarak nasıl kalkacağız altından...
ahmeyt05Türkler sadece Müslüman mı? Başka dine mensup Türk yok mu? Milletle din birbiriyle bağımsızdır.Türkler elbette sadece Müslüman değiller, Hristiyan, Yahudi, Şamanist Türkler de var. Millet ve din bu anlamda birbirinden bağımsız, ama işin içine kimlik kavramı girince her şey değişiyor ve zorlaşıyor. Kimliği oluşturan ana unsurlar içinde ırk, dil, din, tarih ve tarih şuurunun bulunduğu çok karmaşık bir yapıdır. Bunlardan birini çekip alırsanız o kimliğin önemli bir unsurunu yok etmiş olursunuz, çoğu durumda ortada kimlik de kalmaz. Mesela Macarlar ve Bulgarlar Türk’tür. Ama biz bugün onlarla akraba ırk olduğumuzu bile hatırlamayız, hissetmeyiz. Çünkü kimliği oluşturan iki unsur kaybolmuştur; dil ve din. Mesela Sırp, Hırvat ve Boşnaklar aynı ırktan olmalarına, dillerinin çok yakın olmasına rağmen dinleri farklı olduğu için neredeyse kimlikleri bile ayrışma noktasına gelmiştir. Bu yönü itibarıyla kimlik, kültür, medeniyet kavramları üzerine binlerce çalışma yapıldığı halde sosyal bilimcilerin anlaşamadığı meselelerdendir. Sosyal bilim derken; sosyal bilimler, matematik vesaire… Bunlar bilim değildir, disiplindir. Çünkü bilimin konusu tekrar edilerek gözlemlenebilen, laboratuar ortamında test edilebilen, yanlışlamaya (burası önemli) açık bilgilerdir. Sosyal bilimler tabiatı icabı buna imkan vermez. Dolayısıyla insanların elinde vesikalar, belgeler ve anlatımlar bulunduğu için, onlardan yola çıkarak herkes yorumunu yapar, ideolojisine göre bakış açısını ortaya koyar bir nevi, ki burada da dananın kuyruğunun koptuğu, tartışmanın bitmek tükenmek bilmeyeceği bir alana girmiş oluruz; felsefe. Yani sosyal bilimlerde objektif, herkese göre doğru, biricik bilgi yoktur. Vakıa, izafiyet ve kuantum teorilerinden beri bilimde de objektif ve elle tutulur bir bilgi kalmadı, her şey göreceli bir hale geldi. Ama buralara da girersek yine çıkamayız.Mesela bugün de birçok Türk’e sorduğunuzda “Elhamdülillah Müslümanım” der. Yani çok değişen bir şey yok. Fakat milletini sorarsanız “Türküm” diyecektir, Türk olanlar tabi ki, Türk olmayanı da zorla Türk yapmaya kalkmak ayrı bir garabet… Fakat Osmanlı zamanında milletini sorsaydınız ona da “Müslüman” derdi. Mesela bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde tanımlanan azınlık kavramının temelinin hala din olduğunu biliyor muydunuz? Zaten Avrupa Birliği ile temel anlaşmazlık noktalarından biri de buradan kaynaklanıyor, herkes kendine göre alıyor kavramı; çıkar kavgası. Çünkü millet/etnisite kavramı bir kimlik unsuru olarak Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkar. Ondan önce bizde olmadığı gibi dünyanın diğer yerlerinde de yoktur. Diğerleri de Hristiyan milletindendir, ortak dilleri Latince’dir. Ve elbette Osmanlı Türk olduğunu, soyunu çok iyi bilirdi; Osmanlı hanedanı Oğuzların Açinoğulları sülalesindendir ve bu sülale hanedan çıkaran sülalelerden biridir. Bu sülale dışında kimse hanedan olamaz Osmanlı’da. Çok kat’i bir kuraldır. Bu eski dünyadaki kurallardan biridir aynı zamanda. Mesela Timur hanedan sülalesinden olmadığı için hükümdar olamamıştır, başta kukla bir hükümdar vardır. Kendini hükümdar ilan etmeye kalksa kimse tanımazdı çünkü. İktidarın tanınmak, kabul edilmek gibi bir özelliği olmak zorundadır; iktidarınızı kimse tanımıyorsa iktidarınız da yoktur aslında. Bu Avrupa’da da böyledir, Habsburglar vardır orada da. Osmanlı, yeni fethettiği yerleri devlete entegre etmek için uyguladığı iskan siyasetinde, Türk olmayan hiçbir aileyi buralara yerleştirmez. Müslüman olması yetmez, Müslüman ve Türk olacak; ki mesela Kıbrıs alındığında Kıbrıs'ta iskan edilecek ailelerden biri olabilsin. Mimar Sinan'ın Kanuni'ye bizzat yazdığı mektup vardır, kardeşini Kıbrıs'a yerleştirmemesi için. Mimar Sinan Ermeni'dir diyen bazı zerzevata duyrulur. Her neyse, bu laf çok uzar daha. Yalnızca modern, Fransız İhtilali sonrası dünya ile eski dünyanın (sizin de iyi bildiğiniz dille) kodları aynı değildir. Format değişmiştir yani:) Fransız İhtilali eski dünyanın ölüm fermanıdır; sadece Osmanlı değil, bütün imparatorlukların da sonu olmuştur. Hasılı; “Müslümanlık”, “Osmanlılık”, “Türklük” apayrı tanımların ve anlayışların, kavramların ve zamanların ürünüdür. Biri ötekini kimlik olarak dışlamaz. Osmanlıca ise sadece bir isimlendirmeden ibarettir, Osmanlıca dediğimiz şey Türkçe’dir, muhteşem bir dildir.Osmanlı'da Fransız Devrimi'nin yankılarından önce Türk'e sorduğunuzda "Elhamdülillah Müslümanım" dermiş. Jön Türkler'den sonra aydın kesim "Osmanlıyım" demeye başlamış. (Fransız Devrimi'nin milliyetçi görüşünün imparatorluk zihniyetine uygulanmış şekli). Arda arda yenilgiler, toprak kayıplarıyla çoğunluk Türk olan topraklara kadar sınırlarımız daraldığında(Misak-ı Milli sınırları) artık Türkler "Ben Türküm" demeye başlamıştır. Türklüğün dini yoktur.Din imparatorlukların aynı şemsiye altında toplanacağı bir araç olamaz. Bu ne Roma’da, ne Bizans’ta, ne Osmanlı’da ne de diğerlerinde (kimileri bu üçü dışında imparatorluk kabul etmez, kriterlere uymadığı gerekçesiyle) böyledir. İmparatorlukların çatısı altında birçok dil, ırk ve din bulunur. Ortak bir unsur değildir, Osmanlı siyasi çatısında da sadece Müslümanlar yoktu; öyle değil mi? Araplar Birinci Dünya Savaşında bizi arkadan vurmamıştır; bu bir palavradan ibarettir. Araplar da yekpare değildir, içlerinde Hristiyanı vardır, Kıptisi vardır vesaire. İhanet eden belli bir gruptur ve savaşta ihanet olur, bazen öz kardeş bile ihanet edebilir. Yine de Arapların büyük çoğunluğu Osmanlı cephesinde mücadele etmiştir. Mesela Bangladeş’ten Çanakkale’ye getirilen askerlere İngilizlerin “Kafirlere karşı savaşacaksınız” dediğini, onların Müslüman Türkleri görünce şok geçirdiğini biliyor muydunuz?Din, imparatorluklarda farklı milletleri aynı şemsiye altında toplamak için kullanılan bir araç olmuştur fakat Fransız Devrimi'yle yükselişe geçen Ulusçuluk akımıyla artık daha fazla etkisinin kalmadığı, işe yaramadığı Arapların 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya ihanetleriyle açıkça görülmüştür.Tabi ki 700 yıl değildir; bunu da çok iyi bilirdi Osmanlı. Geçmişini reddetmiş de değildir. Tarih anlatıcılığı ya da yazıcılığına gelince; maalesef tarih boyunca biz bu konuda çok kötü olmuşuzdur. Hala da öyleyizdir. Ortada öyle tarih araştırması falan da yoktur. Eski Türk devletleriyle ilgili kaynaklar Çin kaynaklarıdır, Osmanlı tarihi yazarı Hammer, Atatürk hayatı yazarı Andrew Mango, Lugat yazarı Şemsettin Sami (Arnavut'tur) vs. (Tabi hiç yoktur gibi anlaşılıp da şunlar var ama demeyin; meselenin genel görünümü budur).Türklerin tarihi 700 yılla kalmaz. Türkler 3000 yıldan daha eski bir millettir. Herkes milletine, devletine ve atalarına saygılı olsun lütfen. Osmanlı zamanında tarih olarak Osmanlı'dan başka bir şey anlatılmaz, bilinmezmiş. Eski Türk Tarihi, Cumhuriyet Döneminde Türk Tarih Kurumu'nun kurulmasıyla araştırılmaya başlanmıştır.Son söz: Hiçbir şey tek boyutlu olmadığı gibi kavramlar da tek boyutlu değildir, özellikle sosyal bilimlerde kişiden kişiye bile değişkenlik gösterebilir. Ama her şeyde olduğu gibi bu konularda da öncelikle kavramları yerli yerinde öğrenerek onlar üzerinden konuşmak gerekir. Bir konuda bilgi, fikir sahibi olabilmek için önce onun “dilini” bilmek lazım (hepiniz bilgisayar dilinden az-çok anladığınız için ne demek istediğimi kıyas edebilirsiniz). Okumak, temel kavramlar üzerinde fikir sahibi olmak lazım. Bizde ne yazık ki, okumamak tembelliğinin de etkisiyle, fikir/düşünce önce ideoloji sonra slogan derekesine düştü. Son olarak gençlere ben bir Cemil Meriç’in “Bu Ülke” adlı kitabını okumalarını şiddetle tavsiye ederim.
Son Düzenleme: Süleyman. ~ 13 Nisan 2009 03:58
Bu çok uzun ve bir forum ortamı için yorucu yazı için kusura bakmayın. Konunun hakkını verebildiğimi de düşünmüyorum ama yazmak mecburiyet olmuştu. Okuyun arkadaşlar, her yeni bilgi, fikir size düşüncenin bitmeyecek bir okyanus olduğunu gösterecektir. Ama bu okyanusta yüzmek için üzerinizdeki peşin hüküm, ideoloji, slogan elbiselerini çıkarmanız gerekiyor. Herşeyi sorgulayın, eleştiri süzgecinden geçmeyen, üzerinde düşünmediğiniz hazır ne kadar bilgi varsa bilin ki o bilgi size ait olmadığı gibi çoğu zaman doğru da olmayabilir...
ahmet79Burda sadece senin yorumuna müsadenle bir düzeltme yapmak isterim;Bunun için dayanak, kaynak? (Birinin çıkıp böyledir dediği kaynak değil tabi, tarihi kaynaklar, 5500 yıl önceden bir kaynak bilmiyorum ben.)Türk milletinin kökeni şurdan gelir;
Nuh a.s'ın tufandan sağ çıkan ve ona iman eden üç oğlundan biri Yafez'dir,
Yafez'in oğlu ise Türk'tür,
evet Türk Nuh a.s'ın öz torunu olup Türk milletinin atasıdır Türk milleti onun soyundan gelir ve onun ismiyle anılır,
Tarihi kaynaklara göre yaklaşık olarak 5500 yıl önce yaşadığı biliniyor,Tabi konunun ilk kısmına vakıf olmadığımdan diğer kısmına yorum yapamıyorum.
Neyse, bize okullarda yedirilenin aksine Hun'lar aslen Moğoldur. Tabii ki çok uluslu bir imparatorluktur ama çoğunluğu ve aslen kökenleri Moğoldur. İçinde Türkler, Çinliler ve diğer Orta Asya yerlileri de vardır. Avrupa'ya kuzeyden saldırmış kökenleri ise Macar'dır (Hungary) ismi oradan gelir. Aslında Avrupa devletlerinin aslen "Barbar" dedikleri Türkler değil, Hun'lar, şimdiki Macarlardır ve biz Hun'ları Türk algıladığımız için üstümüze alınıyoruz. Şimdilik bilinen ilk Türk adıyla bilinen devlet Göktürk'lerdir. Bahsettiğimiz de MS. 550-700 yılları arasıdır. Geri kalan sadece söylentiden ibarettir.
En erken olarak bilinen Türk "denilebilecek" kavim ise Xiongnu'dur. Bu da M.Ö 3. yüzyıldan bilinmektedir ve sadece bir kısmının genetik köken benzerlikleri olduğu ileri sürülmektedir.. Daha erken devre dair herhangi bir veri veya bilgi bulunmaz.
Ayrıca en büyük yanılgı Türklerin hepsinin beraber seyahat ettiği ile ilgili bir yanılgıdır aslında. "Haydi hep beraber Anadoluya gidelim" diye bir şey yok. O zamanlar uçak seyahati, internet, televizyon gibi lüksler olmadığı için bütün kavimler kendilerine özgü olabilir, birbirinden habersiz olabilir. Aynı zamanlarda değişik yerlerde gerek Yahudi, gerek Hristiyan ve gerekse de Müslüman, gerek de Şamanist Türkler olmuştur. Biz tabi genel olarak devletlerin başındakilere göre sınıflandırıyoruz genelde.
Kaynağım sağlamdır ancak kitabın tükçe baskısı yoktur yanlış hatırlamıyorsam sadece arapça nüshası mevcut, orjinal nüshası da elimde olmadığından oldukça uzun olan ismini telaffuz edemiyorum herhangi bir yanlışlığa mahal vermemek için, yanlız daha detaylı bilgi isteyen en azından sahih Hadis kitapları(otuz tane olduğu genel olarak kabul görür) yada siyer kitablarından yararlanabilir, yanlız kulaktan dolma yada birinin söylediği değildir orası kesin.
eltahir...Fakat Osmanlı zamanında milletini sorsaydınız ona da “Müslüman” derdi...Çünkü millet/etnisite kavramı bir kimlik unsuru olarak Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkar. Ondan önce bizde olmadığı gibi dünyanın diğer yerlerinde de yoktur.Ben de tam olarak bunu söylemeye çalışmıştım.eltahirVe elbette Osmanlı Türk olduğunu, soyunu çok iyi bilirdi;Osmanlı hanedanı bunu çok iyi biliyor olabilir fakat Müslüman olduktan sonra Arap ve Fars kültürleri saraya öyle bir girmiştir ki, o saraya gelen neredeyse onları Arap sanardı. Önemli olan bilmek değil sahip çıkmak, medreselerde tarih dersi olarak Anadolu Selçuklu Devleti bile anlatılmamış.eltahir...Osmanlıca ise sadece bir isimlendirmeden ibarettir, Osmanlıca dediğimiz şey Türkçe’dir, muhteşem bir dildir.Evet, fakat bazı farklarla. Arap harfleriyle yazılan içinde bolca Arapça ve Farsça bulunan bir Türkçe. Bugünkü durumda bunun biraz değişiği ancak düşündüğümüzde biz ne buluyoruz ki adı Türkçe olsun. Gavur yapınca buluşu ismi de gavurca oluyor tabi ki. Başka bir sebep de kaçınılmaz kültürel etkileşim sonucunda bir kültürün diğerine baskın çıkması ya da daha baskınmış gibi görünmesi/gösterilmesi, yetersiz eğitim ve kendi kültürünü tanımama, sevmeme..hepsi eşittir yabancı hayranlığı. Bugün belki birinci sebep daha etkili olabilir ama Osmanlı'da kesinlikle ikinci sebebin daha ön planda olduğunu düşünüyorum.eltahirDin imparatorlukların aynı şemsiye altında toplanacağı bir araç olamaz.Burada ben bariz çuvallamışım. Aslında bunu biliyordum fakat o günkü sinirimle ve saatinde ilerlemiş olması nedenleriyle(bahanelere bak) karıştırdım. Halbuki asıl din, Ulusçulukla beraber imparatorlukların kuyusunu kazmada yardımcı unsur olmuştur. Ben yukarıda Ümmetçilikle karıştırdım biraz sanırım. Hatta daha sonra da Sosyalizmin filizlenmesine yatkın yerlerde din ve milliyetçilik hep körüklenmiştir. Hala da körükleniyor.eltahirAraplar Birinci Dünya Savaşında bizi arkadan vurmamıştır; bu bir palavradan ibarettir. Araplar da yekpare değildir, içlerinde Hristiyanı vardır, Kıptisi vardır vesaire. İhanet eden belli bir gruptur ve savaşta ihanet olur, bazen öz kardeş bile ihanet edebilir. Yine de Arapların büyük çoğunluğu Osmanlı cephesinde mücadele etmiştir.Olabilir ama kurunun yanında yaş da yanar değil mi? Ayrıca, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra sırf toplumda Araplara karşı oluşan kin yüzünden ve Arapların bu davranışlarından dolayı Türk milliyetçiliğinin kabarmasıyla Türk harflerine geçiş daha kabul edilir bir devrim haline gelmiştir. Tabi bunu kolaylaştıran başka bir neden de zaten Arap harfleriyle yazmayı bilen kesimin çok az olmasıydı.eltahirTabi ki 700 yıl değildir; bunu da çok iyi bilirdi Osmanlı. Geçmişini reddetmiş de değildir. Tarih anlatıcılığı ya da yazıcılığına gelince; maalesef tarih boyunca biz bu konuda çok kötü olmuşuzdur. Hala da öyleyizdir. Ortada öyle tarih araştırması falan da yoktur. Eski Türk devletleriyle ilgili kaynaklar Çin kaynaklarıdır, Osmanlı tarihi yazarı Hammer, Atatürk hayatı yazarı Andrew Mango, Lugat yazarı Şemsettin Sami (Arnavut'tur) vs. (Tabi hiç yoktur gibi anlaşılıp da şunlar var ama demeyin; meselenin genel görünümü budur).Daha önce de dediğim gibi, önemli olan uygulama. Katılıyorum, kaynaklar yabancıdır fakat Osmanlılar zahmet edip o Çin kaynaklarına bile ulaşma çabasında olmamışlardı. Bu kaynaklar ancak Cumhuriyet döneminden sonra incelenmiştir. Dediğiniz gibi Türk kaynakları, araştırmacılarımız da var ama tek tük.Son sözüne aynen katılıyorum, ben de bir kitap önereyim. "Kısa Türkiye Tarihi" - Sina AKŞİN.
Özellikle eltahir'e ve Selçuk İslamoğlu'na olmak üzere, konuda bilgilerini paylaşan tüm arkadaşlara teşekkürler.
Son Düzenleme: Ahmet Ertuğrul ~ 13 Nisan 2009 17:36ahmet79Kaynağım sağlamdır ancak kitabın tükçe baskısı yoktur yanlış hatırlamıyorsam sadece arapça nüshası mevcut, orjinal nüshası da elimde olmadığından oldukça uzun olan ismini telaffuz edemiyorum herhangi bir yanlışlığa mahal vermemek için, yanlız daha detaylı bilgi isteyen en azından sahih Hadis kitapları(otuz tane olduğu genel olarak kabul görür) yada siyer kitablarından yararlanabilir, yanlız kulaktan dolma yada birinin söylediği değildir orası kesin.Selçuk Bey'e katılıyorum. Böyle bir şeyi iddia edebilmek için adamakıllı bir kaynağa ihtiyaç var. Önemli olan kitabı kimin neye dayanarak yazdığı. 5500 yıl öncesinden kalma tabletler, duvar resimleri, belgeler gibi. Geri kalanı çok da güvenilir değil bence.Ayrıca Türklerin Orta Asya'daki dini de bilindiğinin aksine tek tanrılı değil, çok tanrılıdır. Bir kere Gök Tanrı'nın yanında Yer Tanrı vardır. Yer Tanrı, yeraltı dünyasını yönetirdi. Dünyadaki kötülüklerin kaynağıdır ve ondan korkulur. Şamanlar, onun gazabından korunmak için kabileleri adına ona kurbanlar verilirdi. Gök Tanrı ise iyilikleri veren, iyi bir tanrıdır. Gökte yaşar. Ona da şükran gösterisi olarak kurbanlar verilirdi. Ayrıca, totemizm, animizm, mana gibi politeizm adı altında toplanabilecek inançlar da Türkler arasında yaygındı. Ancak şurası bir gerçek ki en fazla bilinen, en çok taraftar toplayan Gök Tanrı olmuştur. Bir nevi baş tanrı gibi.(Yunanlarda Zeus gibi). Tarihte tek tanrıcılık hiçbir zaman gökten zemberekle inmemiştir, hepsi çok tanrıcılık sürecinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Yıllanmış ÜyeTeşekkür Sayısı: 316,587 mesajKayıt Tarihi:Kayıt: Mar 2009ahmeyt05eltahir'den alıntı:Burada benim kastettiğim millet ve din birbirinden ayrı olmasına rağmen bir kimlik unsuru olarak ırk, dil, din, tarih ve tarih şuurunun birbirinden ayrılamayacağıdır. Dolayısıyla kimlik bağlamında bunlar birbirinden ayrılmazlar. Yani, yine bu bakımdan önce Müslüman, sonra Osmanlı, sonra Türk’üm demeleri bir şey ifade etmez. Bu sosyolojik bir realitedir ve bireylerin söyle veya böyle olduğunu söylemesi, düşünmesi birşey değiştirmez. Demek istediğim buydu.
...Fakat Osmanlı zamanında milletini sorsaydınız ona da “Müslüman” derdi...Çünkü millet/etnisite kavramı bir kimlik unsuru olarak Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkar. Ondan önce bizde olmadığı gibi dünyanın diğer yerlerinde de yoktur.Ben de tam olarak bunu söylemeye çalışmıştım.
Burada ifade ettiğiniz ise bütünüyle yanlış.Osmanlı hanedanı bunu çok iyi biliyor olabilir fakat Müslüman olduktan sonra Arap ve Fars kültürleri saraya öyle bir girmiştir ki, o saraya gelen neredeyse onları Arap sanardı. Önemli olan bilmek değil sahip çıkmak, medreselerde tarih dersi olarak Anadolu Selçuklu Devleti bile anlatılmamış.Saf dil yoktur. Bugünün batı dillerinden Latince’yi çekip alırsanız geriye neredeyse hiçbir şey kalmaz. Bir dilin büyüklüğü veya nelerin gerekli nelerin gereksiz olduğu onu kaç kişinin anladığıyla ölçülmez/ölçülemez. Öyle değil mi? Zaten mantıksız da olur bu. Bu sadece Osmanlı’da değil, bir dilin konuşulduğu her yerde geçerlidir. Kelime alış verişi, kültürel etkileşim demişsiniz. Durum tam olarak da budur ve bir dil içinde yabancı kelimelerden korkmamak lazım. Çünkü dilin temel mekanizması, fiillerin yapılış şekli, ekleme biçimleri, yani asli unsurları asla değişmez. Ne zaman değişir, bugünlerde sık rastladığımız yozlaşma ve uydurmaca gibi şeylerle. Dil yaşayan bir varlıktır. Suni müdahaleleri kaldırmaz. Mesela benim yazdıklarımı anlamayan yoktur. Bundaki bile Arapça/Farsça kökenli kelimeleri atsanız, geriye acaip, Nasrettin hocanın kuşuna benzeyen bir şey kalır.Evet, fakat bazı farklarla. Arap harfleriyle yazılan içinde bolca Arapça ve Farsça bulunan bir Türkçe. Bugünkü durumda bunun biraz değişiği ancak düşündüğümüzde biz ne buluyoruz ki adı Türkçe olsun. Gavur yapınca buluşu ismi de gavurca oluyor tabi ki. Başka bir sebep de kaçınılmaz kültürel etkileşim sonucunda bir kültürün diğerine baskın çıkması ya da daha baskınmış gibi görünmesi/gösterilmesi, yetersiz eğitim ve kendi kültürünü tanımama, sevmeme..hepsi eşittir yabancı hayranlığı. Bugün belki birinci sebep daha etkili olabilir ama Osmanlı'da kesinlikle ikinci sebebin daha ön planda olduğunu düşünüyorum.Türk milliyetçiliği Araplar yüzünden kabarmamıştır. Mesela Yunanistan, Balkanlar da baş kaldırmıştır Osmanlı idaresine. Bu Fransız İhtilali’nin domino etkisiyle yayılmasından kaynaklanan bir durumdur. Harf İnkılabının da Araplarla alakası yoktur. Hatta Arapların abartıldığı şekliyle Osmanlı ve Türk siyasetinde etkileri yoktur. Arap harfleriyle yazmayı bilen kesimin çok az olduğu bilgisi de maalesef doğru değildir. Ve bir gecede harflerin değiştirilmesinin çok ciddi sakıncaları da olmuş, o günlerde bile eleştirilmiştir.(Bu Atatürk’e dil uzatmak değildir, lütfen yanlış anlaşılmasın). Eski belki tamamen dışlanmasaydı (ki bunun Atatürk'le ilgisi yoktur, Atatürkçüler, yani kraldan fazla kralcı olanlar sebep olmuştur bu dışlamaya-onun Nutuk'unu, kendi kaleminden çıkan orijinal yazılarını, konuşmalarını bile uydurukça, bazen anlaşılmaz bir dile çevirip, hatta makaslayıp tırpanlayıp bazen işte bu Söylev'dir diye bir cürete bile sahip bir zihniyettir bu.) bugün biz de Japonlar gibi iki alfabe kullanabilirdik.Olabilir ama kurunun yanında yaş da yanar değil mi? Ayrıca, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra sırf toplumda Araplara karşı oluşan kin yüzünden ve Arapların bu davranışlarından dolayı Türk milliyetçiliğinin kabarmasıyla Türk harflerine geçiş daha kabul edilir bir devrim haline gelmiştir. Tabi bunu kolaylaştıran başka bir neden de zaten Arap harfleriyle yazmayı bilen kesimin çok az olmasıydı.Son Düzenleme: Süleyman. ~ 15 Nisan 2009 00:09Yıllanmış ÜyeTeşekkür Sayısı: 316,587 mesajKayıt Tarihi:Kayıt: Mar 2009ahmeyt05Ayrıca Türklerin Orta Asya'daki dini de bilindiğinin aksine tek tanrılı değil, çok tanrılıdır. Bir kere Gök Tanrı'nın yanında Yer Tanrı vardır. Yer Tanrı, yeraltı dünyasını yönetirdi. Dünyadaki kötülüklerin kaynağıdır ve ondan korkulur. Şamanlar, onun gazabından korunmak için kabileleri adına ona kurbanlar verilirdi. Gök Tanrı ise iyilikleri veren, iyi bir tanrıdır. Gökte yaşar. Ona da şükran gösterisi olarak kurbanlar verilirdi. Ayrıca, totemizm, animizm, mana gibi politeizm adı altında toplanabilecek inançlar da Türkler arasında yaygındı. Ancak şurası bir gerçek ki en fazla bilinen, en çok taraftar toplayan Gök Tanrı olmuştur. Bir nevi baş tanrı gibi.(Yunanlarda Zeus gibi). Tarihte tek tanrıcılık hiçbir zaman gökten zemberekle inmemiştir, hepsi çok tanrıcılık sürecinin sonucunda ortaya çıkmıştır.Bu söyledikleriniz de "Dinler Tarihi" disiplininin en sorunlu kısımlarından. Daha önce söylediğim gibi; pozitif bilimlerde bile mutlak bilgi kalmamışken, kaynağı, o dönem dili, yorum hataları vesaire gibi birçok gerçeği kırıcı unsurdan elde edebildiğimiz tarih bilgisi çok çok muğlaktır. Ama sosyal bilimlerle uğraşanlar arasında en çok çuvallayanlar sanırım dinler tarihçileridir. Ya çoğu zaman metni anlamazlar, ya da yanlış yorumlarlar. Mircea Eliade mesela bütün dinlerin kaynağında mutlaka tek tanrı inancı vardır diyor. (Kendisi ateisttir). Yani sizin söylediğinizin tam tersini. Rene Guenon'un ise çok daha çarpıcı başka yaklaşımları mevcut.eltahirBurada ifade ettiğiniz ise bütünüyle yanlış.Sina AKŞİN(Kısa Türkiye Tarihi)Bugün Türk tarihçiliği belli bir düzeye ulaşabilmişse, bunu önemli ölçüde Atatürk zamanındaki tarih hamlesine borçludur. Çünkü pek çok alanda olduğu gibi Osmanlı tarihçiliği hayli ilkel bir düzeydeydi. İlgi iki noktada odaklaşıyordu: Osmanlı tarihi ve İslam tarihi. İslam tarihi de esas itibariyle İslamiyetin doğuşu ve 4 halife döneminden ibaretti. Bunun dışındaki konular, örneğin Osmanlı öncesi Türk tarihi, Avrupa ve dünya tarihi büyük ölçüde ihmal ediliyordu. Ayrıca yöntem olarak, tarih, savaşlar ve hanedanlar tarihi üzerinde odaklanıyordu. II. Meşrutiyet'te durumu düzeltmek için bir başlangıç yapılmıştı. Bu başlangıcın yoğun bir çalışma atılımına dönüşmesi Atatürk sayesindedir. 15 Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Daha sonra adı değişerek Türk Tarih Kurumu olmuştur. 8 Temmuz 1932'de I. Türk Tarih Kongresi toplandı (ikincisi 1937).eltahirSaf dil yoktur. Bugünün batı dillerinden Latince’yi çekip alırsanız geriye neredeyse hiçbir şey kalmaz. Bir dilin büyüklüğü veya nelerin gerekli nelerin gereksiz olduğu onu kaç kişinin anladığıyla ölçülmez/ölçülemez. Öyle değil mi? Zaten mantıksız da olur bu. Bu sadece Osmanlı’da değil, bir dilin konuşulduğu her yerde geçerlidir. Kelime alış verişi, kültürel etkileşim demişsiniz. Durum tam olarak da budur ve bir dil içinde yabancı kelimelerden korkmamak lazım. Çünkü dilin temel mekanizması, fiillerin yapılış şekli, ekleme biçimleri, yani asli unsurları asla değişmez. Ne zaman değişir, bugünlerde sık rastladığımız yozlaşma ve uydurmaca gibi şeylerle. Dil yaşayan bir varlıktır. Suni müdahaleleri kaldırmaz. Mesela benim yazdıklarımı anlamayan yoktur. Bundaki bile Arapça/Farsça kökenli kelimeleri atsanız, geriye acaip, Nasrettin hocanın kuşuna benzeyen bir şey kalır.Tabi ki. Ben Türkçe'den bütün Arapça vs. kelimeleri atmalıyız demedim. Zaten bugün kullandığımız Türkçe Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin(TDK) çalışmalarıyla yeterince sadeleşmiş, atılması gereken kelimeler atılmıştır. Bundan daha sadesi mümkün değil. Zira kullanılan yabancı kelimeler de artık iyice yerleşmiş ve yerlerine Türkçe karşılıklarının getirilmeye çalışılmasının bir mantığı olmaz. Örneğin "gökmen" kelimesi, "astronot" için bulunmuş çok güzel ve öz Türkçe bir sözcük olmasına rağmen hali hazırda astronotun yeterince yaygınlaşmış olmasından kabul görmemiştir. Bir de saçma sapan yeni türetilen kelimeler var, onları zaten herkes duyup gülmüştür yeterince o yüzden yazmıyorum. Tutanlar da var "kompüter" yerine "bilgisayar", "enteresan" yerine "ilginç" gibi.Bahsettiğiniz sanırım Atatürk'ün "Güneş Dil" teorisiydi ama emin değilim: "Dil yaşayan bir varlıktır, yabancı kelimelerin bir dil içinde bulunması, kullanılması normaldir. Bu o dilin yaşadığını gösterir."(böyle bir şeydi sanırım)
eltahirTürk milliyetçiliği Araplar yüzünden kabarmamıştır. Mesela Yunanistan, Balkanlar da baş kaldırmıştır Osmanlı idaresine. Bu Fransız İhtilali’nin domino etkisiyle yayılmasından kaynaklanan bir durumdur. Harf İnkılabının da Araplarla alakası yoktur. Hatta Arapların abartıldığı şekliyle Osmanlı ve Türk siyasetinde etkileri yoktur. Arap harfleriyle yazmayı bilen kesimin çok az olduğu bilgisi de maalesef doğru değildir. Ve bir gecede harflerin değiştirilmesinin çok ciddi sakıncaları da olmuş, o günlerde bile eleştirilmiştir.(Bu Atatürk’e dil uzatmak değildir, lütfen yanlış anlaşılmasın). Eski belki tamamen dışlanmasaydı (ki bunun Atatürk'le ilgisi yoktur, Atatürkçüler, yani kraldan fazla kralcı olanlar sebep olmuştur bu dışlamaya-onun Nutuk'unu, kendi kaleminden çıkan orijinal yazılarını, konuşmalarını bile uydurukça, bazen anlaşılmaz bir dile çevirip, hatta makaslayıp tırpanlayıp bazen işte bu Söylev'dir diye bir cürete bile sahip bir zihniyettir bu.) bugün biz de Japonlar gibi iki alfabe kullanabilirdik.O domino taşlarının arasında Araplar ve Türkler de vardı sonuçta, öyle değil mi? İlgisi yoktur diye kestirip atmak çok da doğru gelmiyor bana. Sonuçta art arda Araplar da dahil olmak üzere her toplumun kendi devletini kurduğunu gören Türkler bundan az ya da çok etkilenmiştir diye düşünüyorum.
Sina AKŞİN(Kısa Türkiye Tarihi)Kültür devriminin ilk önemli adımı Arap harflerinin yerine Türk harflerinin getirilmesi olmuştur. Bu çok cesur ve bir bakıma şaşırtıcı bir gelişmedir. Türkler yazıyı kendi alfabeleriyle kullanmaya başladıktan (M.S. 730) kısa bir süre sonra İslamiyeti benimsemişlerdi. Bu arada kendi alfabelerini terk ederek Arap harflerini kullanmaya başladılar. 1000 yıl kadar Arap harflerini kullandıktan sonra bu alfabeden vazgeçilmesi, ilk bakışta garip gelebilir. Yakından bakınca, öyle olmadığı görülür. Harf devrimini olanaklı kılan etken, Osmanlı Devleti'nin okuryazarlığı çok küçük bir azınlığın işi olmaktan çıkarmak için pek az şey yapmış olmasıydı. II. Meşrutiyet'e rağmen okuryazarlığın 1918'de %5'i geçmediği tahmin edilebilir. 1927'de bu oran %10,7 idi. Bana öyle geliyor ki, Türkiye'de okuryazarlık oranı örneğin %20-25 dolaylarında olsaydı böyle bir devrim Atatürk'ün aklına gerçekçi bir tasarı olarak pek gelmezdi...Ayrıca, harf devrimi bahsettiğiniz gibi bir gece yarısı Atatürk’ün kafasına esip de yapılmış bir devrim değildir. Tıpkı diğer devrimler de olduğu gibi bu devrimin de bir hazırlık aşaması, alt yapısı hazırlanmıştır. Ancak, tepkiler konusunda haklısınız. Sayın AKŞİN, bu tepkileri de ayrıntılı bir şekilde anlatmış fakat onları sonra isteyen olursa buraya yazabilirim. (mesaj bayağı uzun oldu zaten). Diğer devrimlerin alt yapısı da özellikle (genel olarak) Osmanlı’da tıbbiye, mülkiye, harbiye ve bahriyenin (Batı tarzı eğitim veren modern okullar) kurulmasıyla, buradan yetişen aydın bireyler tarafından oluşturulmuştur....Akla gelen dördüncü bir etken, ulusçuluktur. Türkçe'nin kendine özgü bir alfabesi olması istenmiş olabilir. Çinlilerin, yazılarının o denli zor öğrenilmesine rağmen, yazılarını değiştirmeyi düşünmemelerinde ihtimal bu etkenin payı vardır. Tabi Arap harflerini almaksızın uyarlama yaparak Türkçe'ye özgü bir alfabe yaratılabilirdi belki, ama burada da bir Avrupa devleti olma kararının etkisini görebiliriz. Şu da var: Dilden Arapça ve Farsça sözcükler atılacaksa alfabeyi değiştirmek iyi bir yoldu. Çünkü Türk yazısıyla yazılınca Arapça ve Farsça sözcüklerin, sudan çıkmış balık gibi, yaşama olasılıkları galiba azalıyordu. (1929'da Arapça ve Farsça dersleri lise programlarından çıkarıldı.)
Sina AKŞİN(Kısa Türkiye Tarihi)Harf devrimi için hazırlıklar 1928’de başladı. Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) 8 Ocak’ta Ankara Türk Ocağı’nda Latin harfleri konusunda bir konuşma yaptı. 21 Mayıs’ta uluslararası rakamların kullanılması için bir yasa TBMM tarafından kabul edildi. Bu bir ısınma hareketiydi. Atatürk bu devrimi başaltmak için İstanbul’u seçmişti. 4 Haziran’da İstanbul’a geldi. Ancak 21 Eylül’de Ankara’ya döndü. Yeni harfleri tanıtmak için bu sırada yaptığı gezileri de İstanbul’dan yaptı (Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, Gelibolu, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Şarkışla, Kayseri). 9 Ağustos gecesi Sarayburnu Parkı’nda harf devrimini halka açıkladı. Dolmabahçe Sarayı’nda yeni alfabeyle ilgili Atatürk’ün katıldığı çalışmalar yapıldı. Nihayet 1 Kasım’da TBMM yeni harflerle ilgili yasayı çıkarttı, 1 Aralık’tan başlayarak süreli yayınlar (gazete, dergiler), Ocak 1929’dan başlayarak kitaplar yeni harflerle basılacaktı. Yetişkinlere yeni yazıyı öğretmek için 1 Ocak 1929’da Millet Mektepleri açıldı. 1936’ya değin çalışan bu okullardan 2,5 milyon insan diploma almıştır. Yazı devrimi büyük bir hızla gerçekleştirildi.
Sina AKŞİN(Kısa Türkiye Tarihi)11 Kasım’da Osmanlı Devleti İtilaf’a savaş ilan etti. 23 Kasım’da törenle Cihad-ı Ekber (Büyük Cihat) ilan edilerek İslam âlemine duyuruldu ya da duyurulmaya çalışıldı. Bunun fazla bir etkisi olduğu söylenemez. İngilizler ve Fransızlar Osmanlı ordusu karşısında Müslüman sömürgelerinden askerler kullandılar. O bir yana, Osmanlı uyruğu Hicazlılar ve daha başka pek çok Arap Osmanlı ordusuna silah çekmekten çekinmediler.Bugün bunları okuduktan sonra Arapların Osmanlı’yı tabiri caizse arkadan vurması deyiminin ne kadar saçma olduğunu anladım. Düşündüğüm zaman herkes bağımsızlığını elde ederken tek aptal millet Araplar mıydı da, İngilizlere karşı Osmanlı’nın yanında bir tutum izleyeceklerdi? Hem böyle bir şey olsaydı bile bu daha ne kadar böyle devam edebilirdi ki? Bu aşamadan sonra sanki hala çok uluslu bir imparatorluk umudumuz mu olmalıydı sanki? Kanımca bunların hepsi ilköğretimde bazı şeylerin yanlış öğretilmesinden kaynaklanıyor. Hala 1. sınıf öğretmenimin “Almanlar yenildi, biz onlarla savaşa girdiğimiz için biz de yenilmiş sayıldık” dediğini hatırlıyorum. Halbuki gerçek ne kadar farklı. Ancak lisede öğrenebildim doğrusunu.…(1918 güzünde Araplarında desteklediği İngilizlerin büyük Filistin taarruzu başladı. Cephe komutanı Liman Paşa çekilmeyi ve yeni cephenin Suriye’nin güney sınırına yakın olan Şam’ın güneyinde cephe oluşturulmasını emretti. Bunun olamayacağını görünce Humus’ta toplanılmasını istedi. Fakat emri altındaki VII. Ordu komutanı Mustafa Kemal, Suriye’nin kuzey sınırına yakın Halep’e çekilme emri verdi. Liman bu açık itaatsizliğin nedenini sorduğunda, Mustafa Kemal Suriye’nin bir Arap ülkesi olduğunu, önemli olanın Türk olan Anadolu’yu savunmak olduğunu söyledi. Bunun üzerine Liman Paşa böyle bir nedenle ilgisinin bulunamayacağını söyleyerek cephe komutanlığından çekildi.) Böylelikle komutanlık önce fiilen, sonra resmen Mustafa Kemal’e kaldı. Halep’e gelen Mustafa Kemal, evlerden Osmanlı askerinin üzerine ateş edildiğini görünce, yeni cepheyi Halep’in de kuzeyine aldı. Hatay’ı içine alan bu cephe İngiliz saldırılarına dayandı. Bu, Atatürk’ün deyimiyle, “Türk süngülerinin çizdiği sınır“ olacaktı.
eltahirBu söyledikleriniz de "Dinler Tarihi" disiplininin en sorunlu kısımlarından. Daha önce söylediğim gibi; pozitif bilimlerde bile mutlak bilgi kalmamışken, kaynağı, o dönem dili, yorum hataları vesaire gibi birçok gerçeği kırıcı unsurdan elde edebildiğimiz tarih bilgisi çok çok muğlaktır. Ama sosyal bilimlerle uğraşanlar arasında en çok çuvallayanlar sanırım dinler tarihçileridir. Ya çoğu zaman metni anlamazlar, ya da yanlış yorumlarlar. Mircea Eliade mesela bütün dinlerin kaynağında mutlaka tek tanrı inancı vardır diyor. (Kendisi ateisttir). Yani sizin söylediğinizin tam tersini. Rene Guenon'un ise çok daha çarpıcı başka yaklaşımları mevcut.Evet, doğrudur. Bu konuda farklı görüşler var. Mesela Félicien Challeye ve Sedat Veyis Örnek tek tanrıcılığın çok tanrıcılık süreciyle oluştuğunu savunuyorlar. Onların görüşleri genel olarak dinin Animizm ya da Totemizmden kaynaklandığını savunan Edward B. Tylor’ın tezine dayanıyor. İsterseniz bu tezi de açabilirim.
Yıllanmış ÜyeTeşekkür Sayısı: 0329 mesajKayıt Tarihi:Kayıt: Nis 2007Türk tarihinin bazı araştırmacılara göre 20 bin yıla yakın bir tarihi vardır ve her geçen gün derinleşmektedir
Örneğin anadoluda yaşayan uygarlıkların bir çoğu asyadan
göç eden türklerin oluşturduğunu Kuzey ve güney amerika yerlilerinin dillerinde binlerce aynı yazılış ve okunuşta
kelimelerin bulunduğunu örneğin kızılderililerin bir boyu
misafirlerine hoşde der yine bu kızılderili boyunun "hava su" adlı bkutsal saydıkları bölgeleri vardır suyun rengi havaya benzediği için bu adı vermişler
Atabaşkan Kızılderililerinin bazı kelimeleriatabaşkan sözçüğü bile türkçe
Atabaşkanca kelimeler
Yatkı : Ev, yatılan yerDodohişça : Dudak
Lı-ık : Vatan, ili
Tamazkal : Hamam, temiz kal
T-sün : Uzun
Hogan : Kerpiç ev, Hopan
Missigi : Mısır
Tepek : Tepe
Hu : Selam ---->işte bu çok ilginç
Tete : Dede
Türe : Türe, Töre
Atış-ka : AteşYanunda : Yanında
Aş-köz : Yemek
Tapa : Tuba
Yu : Su, yu-mak, yıkamak
İldiş : Dişleme
kün : gün
tepek : tepe
kuşa : kuş
köç : göç
it : köpek,it
kan : kagan-----> kan kaanın en eski halidir
tekun : tekin
kayak : kayık
kir : kir
yokut : yakut
hava su : hava su
ges : gez
tuka : tükür
çapultepek : çapulcu tepesi
atağ : ata
yaşıl : yeşil
çakira : çakır
çıran : yılan
kiçik : küçükYıllanmış ÜyeTeşekkür Sayısı: 0329 mesajKayıt Tarihi:Kayıt: Nis 2007
maya türkçe anlamları
ahau ağa
çetun çetin
iş dişi
koça' koca,
büyük tepek tepe
tulan' dolgun
ul' ulaşmak
akab akşam
çol çolak
kaşnak kuşak
kul kul
top toplamak
tup' dip
uy oy
baat balta
hanhan hemen
kin gün
naa ana
toz toz
tzekel çakıl
yaş yaş,taze
bakah bükmek
kutz kuş
kiniş güneş
ol olmak
otak otağ
ueez uyuz
yaşıl' yeşil
ça çam
içil içinde
kişe kişi
tatak' tutkal
tul tolu,dolu
uiş işemek
Yıllanmış ÜyeTeşekkür Sayısı: 0209 mesajKayıt Tarihi:Kayıt: Kas 2008
Merhaba Arkadaşlar. Bu forumda böle güzel şeyler görmek cok gzl olsa gerek güzel bi konuya değinmişsinz. yorumlarınızda en az sizler kadar değerli. Türkler Kimdir ? sorusuna yanıt gelen acıklamaları sizlere sunuyorum biz göz atalım.
İnsanları, canlılar aleminin bir türü olarak sınıflandıran İsveçli Linnaeus (1735), “iri yapılı, beyaz tenli, güzel Osmanlı”yı, beyaz Kafkas ırkından -yani Avrupalı- saymıştı. Fizyonomist Lavrater’e göre Türkler soylu Küçük Asya kanı ile Tatar (Mogol, sarı) ırkın maddi özelliklerinin melezi idi.
Amerikalı Morton’a göre (1839), soyca Moğol ırkından gelen Türkler, Çerkez, Gürcü, Rum ve Araplar’la karışarak fizik özelliklerini yitirmiş, güzel bir ırk olmuşlardı.
Blumenberg (1865), antropolojik sınıflamasına göre, Türkler beyaz ıktandı.
Garn (1964), Orta Asya steplerinin yerleşik ya da göçebe hayvancılarının fizik özelliklerini, doğal seçilim sonucu ortaya çıkan değişmelerle açıklamaya çalışır. Hazar Denizi ile Pamir Yaylası arasını yurt edinmiş insanlar, ne tam beyaz ne de sarı idi, öteki ırklarla karışmış, zamanla değişikliğe uğramışlardı.
Vallois’e göre, Türk, Türk-Tatar veya Turan ırkının bazı fiziksel (görünür) beden özellikleri Moğol ırkına benzediği için, çoğu araştırmacılar, Turanlılar’ı sarı ırktan saymışlardı. Oysa Turanlılar’ı beyaz (Kafkas) ırkın Orta Asya’ya doğru uzanan dalı veya kolu saymak daha doğru olurdu. Turan (Orta Asya) düzlüklerinde göçebelik yapan Türkler’in Moğollar’la karışmış bulunmaları olasıydı.
Weiner (1971), Anadolu ırkının Küçük Asya’dan Pamir’e kadar uzanan vadilerde yaşadığını, Ermeni veya Kafkas ırkının alt grubu olan Dinarik ırkla benzerlikleri nedeniyle, Avrupa kökenli sayıldıklarını söylüyordu.
Türk Devrimi’nin resmi tarihçilerinden Afet İnan (1941), Anadolu ırkı üzerine yazdığı Fransızca doktora tezinde, 6500 kisilik örneklemden aldığı ölçülere dayanarak, Anadolu (Türk) ırkının yüzde 75 oranında brakisefal, düz ince burunlu, kahverengi saçlı, sonuç olarak Dinarik ile karısmıs Alpli, yani beyaz (ari) olduğu sonucuna varıyordu. Çekik gözlü Mogollar’ın oranı yüzde 5’ten azdı. Gerçi fenotipik (görünür) özellikler böyleydi ama kan grupları gibi genotipik (laboratuvarda saptanabilen) bazı özellikler, Türkler’in sarı Asyalılarla beyaz Avrupalılar arasında bulunduğu görüşünü destekliyor, doğruluyordu.”
(Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, S.22)
“...Onları Hint Avrupalı saymayı gerektiren hiçbir şey yoktur. Ne brakisefal olan kafatasları ne de Çinliler’in onlar konusundaki tanımları buna elverişlidir. Kısa boy, kalın gövde, yuvarlak ve büyük baş, geniş yüz, çıkık elmacık kemikleri, geniş burun kanatları, kalın kaşlar, çekik gözler. Bunlar elbette birer Asyalı’dır. Ama hangi Asyalılar’dan? Ligeti’ye göre Paleoasyalı, Shiratori’nin ikinci varsayımına göre porotomoğol, ve nihayet çok sayıdaki bazı başkalarına göre de poroto Türk’türler. Ve pek çok olgunun incelenmesiyle kanıtlanmak eğiliminde olduğu gibi, anlaşılan, gerçek, bu sonuncu olasılık yönündedir.”
KAYNAK= (Roux, Türkler’in Tarihi, S.43-44)
Son Düzenleme: Crew ~ 16 Nisan 2009 16:36