seyrek yağmur okumayı nbu kitabı

cem_batum
02-05-2016, 10:47   |  #1  
cem_batum avatarı
OP Yeni Üye
Teşekkür Sayısı: 7
42 mesaj
Kayıt Tarihi:Kayıt: Eki 2015

barış bıçakçı' nın ilk kitabını okumuş ve sevmemiştim, bu son kitabını da sevmedim. bana göre bir arpa boyu yol alamamış kendisi. aynı yazıda hem kitabı hem de kendi derdimi anlatmak zor olsa da deneyeceğiz işte. önce şekil;
kitap 100 sayfa. birazcık tasarrufla 50 sayfaya sığacak işi 100 sayfa olarak piyasaya sürüp de insanlara vayy günde 100 sayfa okuyorum dedirttiğiniz için sizi kınıyorum sayın editör. gelelim içeriğe;
bir kere kitabın arkasına bir bakalım ne yazmışlar? ''rıfat, zamanımızın bir kahramanı gibi, bir niteliksiz adam gibi, bir aylak adam, bir lüzumsuz adam gibi, bir ''r.'' gibi...'' bla bla bla. e aylak adam' ı okuruz o halde seni neden okuyalım? ilk kitabı için de sait faik öyküleri gibi deniyordu. o zaman da sait faik' i okuyalım, peki sen niye yazıyorsun onu söyle. bize bilmediğimiz neyi sunuyorsun, nasıl bir bakış açısı getiriyorsun, beni nasıl bir dünyanın içine çekiyorsun? var mı doyurucu cevapların? bence yok işte. şimdi kitabımız, rıfat isimli bir kitapçının yaşamından kesitler sunuyor bize. kısa kısa bölümlere ayrılmış kitap. bu sayede çok kolay okunuyor. her bölümün sonu bir aforizma ile bitirilmiş neredeyse. bu yönüyle zaten günümüz tüketim trendine çok uygun bir kitap kendisi. ne diyordu hasan ali toptaş isimli kalemine kurban olunası sanatçı? ''aynı zamanda bu hız edebiyatta aforizmasal bir söylemi de getiriyor kendiliğinden, ki bu, edebiyat çağımızın hastalığıdır bana göre. halbuki edebiyat zamanın hızına müdahaledir.'' işte bu kitap hasan ali toptaş' ın tespitine kaynak teşkil eden işlerin güzel bir örneği niteliğinde. kitap güzel açılıyor aslında. günler damlıyor isimli başlangıç bölümüyle kurgusuyla ilgili enfes bir girizgahla karşılıyor okurunu kitabımız. sonrasında bir abimle sahafta okuyarak hayran kaldığımız bir pasajla da ikinci bölüm başlıyor. devamında ise bana göre ciddi acemilik barındırıyor içerisinde. bir kere bölümler arasında ciddi bir denge sorunu var, kitap çok dengesiz ilerliyor. bir bölümü enfes bulurken, bir sonrakinde kitabı duvara fırlatma isteği duydum okurken mesela. hayranlık duyma ile sinir olma hali baş başa gitse yine bir nebze, ama aksine; an geldi hayranlık açtı arayı ve ben güzel bir kitap diye tanımladım bu kitabı, an geldi sinir olma hali farkı dört beş boya kadar çıkartıp sürpriz kovalayan kumarbazların hayallerini piç etti. yahu dikdörtgen isimli bir bölüm var kitapta, çerçeveletip as duvara ama bir sayfa arkasındaki bölümde geçen cümleye bakalım; ''okuyucularını duygulandırmak dışında edebi bir amacı olmayan ve ikide bir veciz sözler yumurtlayan günümüz müelliflerini sürekli uyarması gerek'' e kendini tarif etmişsin sen be abi. hem nedir bu ergen gibi kitabın ortasında laf sokma çabası. işte tam da bu!

bu yüzden sevmiyorum ben bu murat menteş' i, emrah serbes' i, barış bıçakçı' yı. ergen gibi davranıyorlar ve ergence kitap yazıyorlar. olgunluk yok işlerinde. bunun adına da samimiyet deniyor ne yazık ki. samimiyetsizliğin en popüler hali oldu artık bu samimiyet meselesi günümüzde. murat menteş' te de aynısı var mesela. bakın ben sanattan anlarım, kitaptan anlarım, enfes kitaplar okurum, dinle ilgili söyleyeceklerim var, siyasete de dokunurum, aşkla ilgili konuşmuş muyduk... ya biraz sakin olun abiler! anlatacak ne çok şeyiniz var sizin. bir ergen böyle davranır işte. sürekli kendini ifade etmek için çırpınır durur, dikkat çekmeye çalışır. işte sizin kitaplarınızda bunu görüyorum ben. gereksiz bir karmaşa, temelsiz söylemler, çok düşünmeden atılan sloganlar falan filan... iki konu var, ilki; ya ben bu kitaplarda başka kitaplara, filmlere, yazarlara yapılan göndermeleri görmekten çok sıkılıyorum. nadiren yapılanı ve yapılırken de kör göze parmak misali bir tavır takınılmayanı çok güzel oluyor ama abartınca sıkıcılaşıyor ki bu kitapta çok abartılmış. ikinci mevzu ise şu; ben ygs' ye girdim. fena da yapmadım hani, arkadaşlar baya iyisin diyorlar. işte o ygs' deki bir türkçe paragraf sorusunda adını unuttuğum bir yazarımızın sözüne yer verilmişti; ''okumak, neden piyano çalmaktan daha az uğraş gerektiren bir iş olsun ki'' diyordu. okumak zor bir iştir, emek, çaba gerektirir. caz dinlemek zor iştir. kulağına hoş gelir tamam da müzikten anlayan, enstrüman çalabilen adam için caz daha anlamlıdır, sana kıyasla. serdar ortaç herkes tarafından dinlenen şarkılar yapar, dinlenir tüketilir, bir sonraki yaza yenisini yapar. en rockçısı bile alkol sınırını aşınca güzel bir hatunun da kalçasına sürtünecekse mesela serdar popçuydu falan düşünmez kopar ortamda. işte bu kitaplar böyle kitaplar. kim okusa sever, anlar, yorumlar. her sineğe bal var bu kitapta. ama bana asıl enteresan gelen orhan pamuk gibi bir adamın kötü yazar olduğunu iddia edip de barış bıçakçı' yı son yılların en iyi türk yazarı ilan edebilen kişilerin kendini iyi okur sayması aslında, bu öz güvene sahip olmaları. tüm bu yazdıklarımdan sonra barış bıçakçı sence iyi yazar mı derseniz evet derim, hatta murat menteş, emrah serbes gibi adamlara kıyasla çok çok iyi bir yazar. şu kadar eleştiri yazdım yine de bu kitapta aynalar isimli bölümdeki her cümleyi hayranlıkla tekrar tekrar okudum mesela. barış bıçakçı iyi yazı yazıyor ama iyi edebiyat yapamıyor. dengeyi bulduğu, ergenlikten vazgeçtiği gün çok iyi edebiyat yapabilir gibi geliyor ama bana.